Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HayatForum
 
AnasayfaAnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yapGüzelSözlerForumDelisiDoğumGününZekaTesti

 

 Yaşlılar Pazarı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ozan
Administrator
Administrator
ozan


Erkek Mesaj Sayısı : 210
Nerden : ist/Silivri
Kayıt tarihi : 25/02/08

Yaşlılar Pazarı Empty
MesajKonu: Yaşlılar Pazarı   Yaşlılar Pazarı EmptyÇarş. Şub. 27, 2008 7:52 pm

Burma
camiinin yan tarafındaki kalabalık her zaman dikkatimi çekiyordu.
Daldım kalabalığın içine. Bu kalabalık yıllardır her salı ve çarşamba
burada oluyordu.

Etrafıma bakındığımda, kasketli, hacı şapkalı, örgü şapkalı, bir sürü
insan bana bakıyordu. Kendimi bir an 1950 li yıllarda hissettim, o
kalabalıkta.

Yüzlerinde acımasız zamanın derin çizgilerini taşıyan ve kısa saçları
ile başlarına kar yağmış, ya da hepsi eli yüzü bembeyaz un olmuş yaşlı
değirmencileri andıran, halleriyle bana kesik bakışlar savurup. Bu
takım elbiseli gencin burada ne işi var dercesine imrenerek
bakıyorlardı.

Arlarında dolaşırken kendimi dünyanın en zengin insanı gibi hissettim.
Çünkü hepsi bana kıskanarak bakıyor ve “hey gidi gençlik” diye, benim
elimdeki paha biçilmez gençlik sermayesini kıskanarak izliyorlardı.

Bende aralarında gezinirken bu kalabalık burada ne iş yapar diye,
etrafa meraklı bakışlarımı savuruyordum, gördüğüm manzara karşısında
öyle çok etkilendim ki, dünyada hiçbir fuar ve hiçbir sergi beni bu
kadar etkileyemezdi.

Yaşlı insanlar, yerlere serdikleri bezlerin üzerinde bir şeyler
satıyorlardı. Bir tarafta ise yerde kıyafetler katlanmış halde
müşterisini bekliyordu. Diğer tarafta tesbihler, bir başka yerde cep
saati ve kol saatleri vardı.

Yaşlı amcaların yere serdikleri bezlerin üstünde sattıkları şeyler beni derinden etkilemişti aslında.

Bir yaşlı amcanın tezgahında şunlar vardı. Kullanılmış saç tarakları,
kullanılmış tükenmez ve kurşun kalemler, bir tane boş kalem ucu kutusu,
arka tarafı küflenmiş ve çok eski kalem piller, bir camı olmayan bir
sapı olmayan eski bir güneş gözlüğü, kurnası olmayan küflü musluk
kafaları, eski boncuklar. Taşı ve gazı olmayan kırık çakmaklar,
kullanılmış bükülmüş çay kaşığı, kırık bir ayna. Kordonu, içi ve camı
olmayan dijital bir saat cesedi gibi bir çok birbiriyle alakasız ve
hiçbir değeri olmayan şeyler vardı tezgahında.

Bir başka tezgahta ise giyilmiş kıyafetler vardı. Kim bilir kimlerin
kıyafetleriydi? Sanki kıyafetler benimle konuşuyordu. Hepsi de giyilmiş
olan elbiselerin kiminin sahipleri ölmüş ve öldüğü gün üzerinde o
kıyafetler varmış. Kimini gurbete bırakıp gitmiş sahipleri. Ya bir
yaşlı ananın gurbete giden oğlunun kıyafeti, ya bir genç kızın rahmetli
babasının kıyafetleriydi onlar. Hepsinin üzerinde sinmiş hatıralar
acısı tatlısıyla. Şahitlik etmişler, dermansız dertlere tarifi mümkün
olmayan sevinçlere.

Birkaç adım yürüdüm yaşlı insanların arasında. Hepsinin bakışlarında ve
üzerilerinde bir garibanlık görünüyordu. Temiz ama buruş buruş olan
pantolon ve gömleklerinden anlaşılıyordu evde bakacak kimselerinin
olmadığı

Birinin yanına yaklaşıp plastik kurşun kalem uç kutusunu gösterip, “ bu
kaç para dede” dediğimde. Yüzündeki kırışıkları bir tebessümle gererek
“ne verirsen delikanlı” dedi. Ben bu tebessümü fırsat bilip hemen
oturdum yanına. Konuşmak istedim havadan sudan.

“İşlerin nasıl amca” dedim. Yaşlı ihtiyar gözlerini kıstı ve soluk
gözleriyle yüzüme iyice baktı. Sonra tezgahındaki mallara baktı.
Tezgahındaki malları bana yakıştıramaz bir ses tonuyla, “senin işine
yarayacak bir şey yok benim tezgahımda delikanlı, ama hoşuna giden bir
şey olursa al, hediyem olsun” dedi. Bu cömertlik beni duygulandırmıştı.


Yaşlı amcanın koluna hafifçe dokunarak “dede ben senin yanına sohbet
etmeye geldim, ama hoşuma gidecek bir şey olursa bakar bir şartla
alırım” dedim. Yaşlı amca şartı merak etti ve “ ne şartın var
delikanlı” dedi. Bende, “birincisi biraz sohbet etmeliyiz, ikincisi
parasını vermeden almam” dedim.

Yaşlı amca o zaman derisi buruşmuş elini havaya kaldırdı ve yaşlılıktan
dümdüz açamadığı parmağını iki olarak karşıdaki kişiye gösterdi. Kişi
hemen tepsisini alıp hareketlenince anladım bize çay söylediğini.

Ben bu durumu görünce müdahale etmek istedim ve “amca ne gerek var
çaya, dur bağırayım da getirmesin” deyince. Yaşlı ve titrek sesi birden
serteldi ve “ misafir misafirdir, yoksa ikramı mı beğenmedin mi? Başka
bir şeyde içebilirsin, fakat itiraz etmemelisin” deyince. Yüzüm kızardı
ve kısa bir süre sessizlik oldu. Aslında ben yaşalı amcayı masrafa
sokmak istememiştim. Yoksa içtiğim çayın parasını vermek istemem bile
onu çok kıracak, bir misafirden çok hakaret eden bir yabancı olacaktım.

Hemen kendimi toparlayıp, “e! Amca bunları nereden bulursun, işlerin nasıl?” dediğimde.
Sanki yıllardır konuşmayı bekleyen gizemli bir hazine sandığı gibi açıldı yaşlı ihtiyarın ağzı başladı konuşmaya.

“Aslında bunların hiç biri para etmez oğlum. Ama evde otur otur vakit
geçmiyor. Burada cami hemen yanı başımda ezan okunmasına yakın
bırakırım tezgahı camiye giderim. E! Ben de tezgahta altın satmıyorum
ya, kimse ellemez ben namazdan çıkasıya bunları. Sonra gelirim otururum
başına. Alan satanda olmaz da işte! Hocanın hesap, dostlar pazarda
görsün, bizimkisi.”

“Bizim hanım rahmetli olalı beş sene oldu. Mübarek kadındı ikimiz
tıkırdar dururduk, bana can yoldaşıydı elli senemiz bir yastıkta geçti
rahmetliyle. Hemen çocuklu bir kadın görse gözünün iki yerinden giderdi
rahmetlinin. Çocuğumuz olmadı hiç. Bizim hanım dizimin dibine oturur
hem ağlar hem de “adam gel inat etme, benden sana hayır yok. Evlen bir
daha” dediyse de. Ben evlenmedim. Onun içi yanardı çocuk çocuk diye
amma, benim de içim yanardı. Ben çocuk istemem, sen bana yetersin can
yoldaşım, derdim”.

“Allah bilmiyor mu ya, ne yalan söyleyeyim. Çocuklarını gezdiren
babaları gördüm mü içim yanardı, canım çekerdi. Hele birde keratalar
kucağıma gelmezde öptürmezlerse, çocuklardan fazla ağlardım kendi
kendime kaldığımda. Eh! Rabbimin öyle yazmış, takdiri İlahi işte.”

“Elli senemiz geçti oğlum, dile kolay. Şimdiki gençlere ben
şaşırıyorum. Elli gün bir birlerinin kahrını çekmiyorlar. Bir duyduk
evlenmiş, bir duyduk boşanmışlar. Evlilik için kan ağlarken yüzünün
gülebilmesidir. Evlilik acı yavan, kuru soğan yiyebilmektir.”

“Hiç kavgamız olmamıştır, kabri cennet olsun. Eh! O ölünce, evden bir
nefes eksilince, yer beton gök ağaç, yalnızlık bir Allaha mahsus. Bende
elime ne geçtiyse topladım kendim gibi işe yaramazları doldurdum çuvala
getirdim aha buraya. Sabah gelirim, akşamüstü toplar giderim. Hiç
olmazsa kendimi işe yaramaz çevreye yük bir ihtiyar hissetmiyorum.”
Dedi.

Ben o konuşurken onun konuştuklarına dalmış gitmişim. İhtiyar
konuşmuyor ağzından bal damlatıyordu. Çaylarımızı da içmiştik koyu
sohbetin gölgesinde. Yaşlı amcaya hep aklıma takılan bir soru vardı,
onu sorayım dedim.

“Amca, yaşlılar hep biz gençlere, “gençliğinizin kıymetini bilin”
derler, bu gençliğin kıymetini nasıl bileceğiz? Neler yapalım yarın
yaşlanınca pişman olmamak için?” dediğimde.

Yaşlı amca tam açılmayan elleriyle başımı okşayarak “Helal lokma,
hayırlı evlat” dedi, “ben yetmiş sene yaşadım, zaman nasıl geçti
anlamadım delikanlı” dedi.

Yaşlı amcaya “Allah razı olsun amca biz birbirimizin adını sormadık
senin ismin ne?” Dedim, oda “Mehmet” dedi. “Bende Bekir, memnun oldum
Mehmet amca” dedim. Haydi Allaha emanet Hayırlı işler dedim de tam
kalkıyordum. Yaşlı amca kolumdan hafifçe tutarak “gençliğinde karınca
olmazsan yaşlılığında cırcır böceği (ağustos böceği) olmazsın oğum”
dedi.

Yaşlı amcayla sohbet beni fazlasıyla doyurmuştu. Bana yetmiş yıl ömür
harcayarak kazandığı hazine değerindeki tecrübe ve bilgilerini yetmiş
dakika bile sürmeden anlatıvermişti.

Yaşlılar pazarında ölmeyi bekleyen kırışık yüzlü ak saçlı ihtiyarlar
değil, geleceğe atılacak sağlam adımlar için gençlere hiçbir maddi
manevi menfaat beklemeden bir ömür harcayarak kazandıkları
tecrübelerini vermek isteyen ve verdikleri için mutluluk duyan nur
yüzlü değerlerimizin olduğunu bir kez daha anladım, başım önümde
başımın içinde derin duygularla


Bekir SEPET
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://hayat.123.st
 
Yaşlılar Pazarı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kültür - Sanat - Tarih - Biyografi - Sinema :: Edebiyat-
Buraya geçin: